Sürdürülebilir mobilite denildiğinde çoğumuzun aklına artık otomatik olarak elektrikli araçlar geliyor. Fosil yakıtla çalışan araçların yerini alan bu sessiz makineler, gezegenimizi kurtaracak bir çözüm gibi sunuluyor. Ancak burada durup derin bir nefes almalı ve şu soruyu sormalıyız: Gerçekten daha sürdürülebilir bir geleceğe mi gidiyoruz, yoksa sadece daha “yeşil” görünen bir illüzyonun parçası mıyız?

Elektrikli araçlar karbon salımlarını azaltıyor, bu doğru. Ancak bu araçların üretim süreçleri, özellikle batarya üretimi, oldukça enerji yoğun ve çevresel etkileri görmezden gelinemez. Lityum, kobalt ve nikel gibi madenlerin çıkarılması, çoğu zaman çevre felaketlerine ve insan hakları ihlallerine yol açıyor. Egzozdan duman çıkmaması, bu araçları otomatik olarak çevre dostu yapmıyor. Kendi yalanımıza inanmak, sorunu çözmekten çok uzak.

Dahası, bugün üretilen elektrikli araçların çoğu, içten yanmalı motorlu araçların tasarımını birebir kopyalıyor. SUV’lar, dev bataryalı lüks arabalar, yüksek hızlara çıkabilen makineler… Bunların neredeyse tamamı tek kişilik kullanıma yönelik tasarlanmış. Aynı kaynak tüketimi, aynı altyapı gereksinimi, aynı trafik sorunları… Tek fark, artık duman yerine sessizlik içinde ilerliyoruz. Peki, neden böyle oluyor? Çünkü mobilite politikaları hâlâ büyük ölçüde otomotiv devleri ve onların arkasındaki güçlü lobi grupları tarafından şekillendiriliyor. Bu şirketler, bireysel araç sahipliğini sona erdirebilecek çözümlerden—toplu taşıma, bisiklet dostu altyapılar ya da yürünebilir kent tasarımları—gerçek bir tehdit olarak korkuyor. Bu yüzden sürdürülebilirlik kavramını sahiplenip onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar.

Bu noktada bir yol ayrımındayız. Ya onların çizdiği çerçeve içinde “sözde” sürdürülebilir araçlar üretip tüketmeye devam edeceğiz ya da cesur bir adım atarak mobiliteyi baştan düşüneceğiz. Daha az araçla, daha az enerjiyle ve daha az alan kaplayarak nasıl hareket edebiliriz? Asıl sorumuz bu olmalı.

Unutmayalım, sorunun kaynağını teknolojik bir makyajla sürdürülebilir hale getiremeyiz. Elektrikli SUV’lar, doğa dostu gibi görünse de aslında doğaya aynı ölçüde yabancı. Sürdürülebilirlik, yalnızca enerjiyi nasıl ürettiğimizle değil, hareket etme biçimimizi nasıl organize ettiğimizle ilgilidir. Belki de artık arabaları değil, soruyu değiştirmeliyiz: Gerçekten bu kadar çok araca ihtiyacımız var mı?